Cevap Dilekçesi Vermeyen Taraf Daha Sonra Tanık Listesi Verip Tanık Dinletebilir mi?

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2017/2710 Karar Numarası: 2021/34 Karar Tarihi: 04.02.2021

  1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 2. Aile
    Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay
  2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma
    kararına karşı direnilmiştir.
  3. Direnme kararı davalı tarafından temyiz edilmiştir.
  4. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
  5. Davacı 27.07.2012 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 03.03.1999 tarihinde evlendiklerini,
    ilk iki yıl güzel geçtikten sonra davalının önceki evliliğinden olma oğlunun eşinden
    boşandığını, bu sebeple ilk yıllarda izin alarak, sonrasında izne dahi gerek olmaksızın “oğlu ve
    torunlarının bakıma ihtiyaçları olduğu” sebebiyle oğlunun yanına Manisa’ya gittiğini, uzun
    süreler kaldığını, yaz aylarında ise sürekli Gümüldür’de oğlu ve torunları ile çadırda
    kaldıklarını, davalının eve geldiği zamanlarda ise birlik görevlerini yerine getirmediğini, evle
    ilgilenmediğini, yemek dahi yapmadığını, elbiseleri toplamadığını, birliğe ekonomik katkı
    sağlamadığını, 2010 yılında ortak haneyi tamamen terk ederek Manisa’da yaşayan oğlunun
    yanına yerleştiğini, bağımsız tedbir nafakası açtığını, bu arada barıştıklarını fakat iki ay
    geçtikten sonra davalının haber vermeden müvekkilini yeniden terk ettiğini belirterek tarafların
    boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı İstemi:
  6. Davalı yasal süresi içerisinde davaya cevap vermemiş, süresinden sonra vekili tarafından
    sunulan dilekçe ile davacı eşin aşağılama ve kötü davranış şeklinde gerçekleştirdiği
    eylemleriyle tam kusurlu olduğunu ileri sürerek davanın reddini, mahkeme aksi kanaatte ise,
    müvekkili yararına 500,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 30.000,00TL maddi ve
    10.000,00TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
    İlk Derece Mahkemesi Kararı:
  7. İzmir 2. Aile Mahkemesinin 11.04.2013 tarihli ve 2012/590 E., 2013/273 K. sayılı kararı ile;
    kadın eşin evlilik birliğinin kendisine yüklediği görevleri yerine getirmediği gerekçesiyle
    tarafların boşanmalarına, davalının tazminat talepleri hakkında karar verilmesine yer
    olmadığına karar verilmiştir.
    Özel Daire Bozma Kararı:
  8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 11.12.2013 tarihli ve 2013/16048 E. ve 2013/29319 K. sayılı
    kararı ile;
    “…Hüküm davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:
    Dava, 27.07.2012 tarihinde açılmıştır. Mahkemece ön incelemenin duruşmalı yapılmasına ve
    davalıya delillerini bildirmesi için ihtar gönderilmesine karar verilmiş ve bu ihtar taraflara tebliğ
    edilmiştir. Davacı ön inceleme duruşmasından önce delil listesini ibraz etmiş, davalı ise cevap
    süresi geçtikten sonra cevap ve delil listesi sunmuştur, ön inceleme duruşması yapılmış ve
    tarafların anlaşamadıkları hususlar tespit edilmiştir. Davalı tarafından bildirilen tanıklar,
    süresinde bildirilmediği gerekçesiyle dinlenmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Ön
    inceleme duruşması yapılmadan, tensiple taraflara, dilekçelerinde göstermiş oldukları ve belge
    niteliğindeki delilleri sunmaları veya bulundukları yerlerle ilgili açıklamada bulunmaları (HMK
    md. 140/5) için süre verilmesi bu anlamda sonuç doğurmaz. Öte yandan; delil, çekişmeli
    vakıaların ispatı için gösterilir (HMK md. 187/1). Ön inceleme duruşması yapılmadan,
    tarafların üzerinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar belirlenmeden, tarafların tanık
    listesi vermeleri de beklenemez.
    Bu sebeple süresinde cevap ve delil bildirmeyen davalının, davacının dava dilekçesinde
    dayandığı vakıaları inkar etmiş olacağına göre, ön inceleme duruşmasından önce bildirdiği
    tanıkların da bu doğrultuda dinlenmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve
    yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
    Direnme Kararı:
  9. İzmir 2. Aile Mahkemesinin 10.03.2014 tarihli ve 2014/94 E., 2014/226 K. sayılı kararı ile
    bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; HMK’nın 129. maddesine göre delillerin
    cevap dilekçesinde gösterilmesinin zorunlu unsur olarak düzenlendiği, 130. maddede bu
    eksikliğin sonradan giderilemeyeceğinin belirtildiği, 6100 sayılı Kanun’un madde gerekçeleri
    incelendiğinde davaların usul ekonomisi ilkesine uygun biçimde makul sürede
    sonuçlandırılmasının hedeflendiği, 140/5. maddenin birinci fıkrasında, ön inceleme
    duruşmasında uyuşmazlık tespit edildikten sonra tarafların dilekçelerinde gösterdikleri ancak
    henüz sunmadıkları belgeleri sunmaları amacıyla gerekli açıklama için kesin süre verilebileceği
    gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
  10. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    II. UYUŞMAZLIK
  11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yasal süresi içerisinde
    cevap vermeyen davalının, HMK’nın 128. maddesi karşısında davacı tarafın ileri sürdüğü
    vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirip bildiremeyeceği, burada varılacak sonuca göre yasal
    süresinden sonra vermiş olduğu davaya cevap ve delil dilekçesinde bildirdiği tanıklarının en
    azından karşı ispat bağlamında dinlenmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmıştır.
    III. GEREKÇE
  12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında
    yarar görülmektedir.
  13. Bilindiği üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile yapılan
    düzenlemelerle amaçlanan; yargılamanın makul sürede tamamlanması olup, bu zorunluluk
    Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90/5. maddesine göre “…Usulüne göre yürürlüğe
    konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda
    farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
    hükümleri esas alınır.” hükmü gereğince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 6. maddesi
    ile düzenleme altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlardan olan “makul sürede
    yargılanma” ilkesine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
    sözleşmenin tarafı devletlerin yasal sistemlerini, AİHS şartlarına uyacak şekilde düzenlemekle
    görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman ve Steiner-İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29.
    Paragraf).
  14. Kuşkusuz ki; yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlanması için öngörülen
    hususların en önemlisi, taraflara yapacakları işlemler için belirli bir süre tanınması ve bu
    sürelerin hak düşürücü nitelik taşımasıdır. Bu yolla amaçlanan usul ekonomisidir. Usul
    ekonomisi ilkesi, HMK’nın 30. maddesiyle düzenleme altına alınmış olup; uyuşmazlıkların en
    az giderle, en makul sürede ve en az emekle çözümü ve gereksiz yere dava açılmasının
    engellenmesi şeklinde açıklanmaktadır. Bu ilke çabukluğu, gerçeğe ulaşmadan ödün vererek
    sağlamayı hedeflemez. İlke, adil yargılanma açısından makul sürede yargılanma hakkı ile
    ilgilidir. Bu sebeple yargılamanın makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğini belirleme
    açısından AİHM bu konuda; davanın niteliği, tarafların yargılamanın sürüncemede kalmaması
    için üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediği ve bireysel başvuruya konu olan
    dava bağlamında o devletin ulusal mahkemelerinin genel olarak sergilediği tavır olmak üzere
    üç ölçüt geliştirmiştir.
  15. Davacının yargı organlarına başvurarak dava açma hakkı bulunduğu gibi, davalının da
    meşru vasıta ve yollardan yararlanarak mahkeme önünde savunma hakkı bulunmaktadır
    (Anayasa m. 36). Hiç şüphesiz, hukuki dinlenilme hakkının gereği olarak savunma, aynı
    zamanda davalı açısından usuli bir haktır. Kanunda belirtilen istisnalar dışında hâkim, iki tarafı
    dinlemeden ve davalıyı savunmasını bildirmek için davet etmeden hüküm veremez. Dava
    dilekçesi, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edilir (HMK m. 122, c. 1). Bunun amacı,
    davalının kendisine karşı açılmış bulunan davadan haberdar edilmesidir. Davalının, davaya
    cevap vermesini ve dava sürecinde kendisine tanınmış olan hukuki dinlenilme hakkı ile diğer
    usuli hak ve yetkileri kullanmasını sağlamak için öncelikle davadan ve aleyhinde dayanılan
    vakıalar ile talep sonucundan tam olarak haberdar edilmesi gerekir. Mahkemece; davalıya
    savunma hakkını kullandırtma imkânı, dava dilekçesinin usule uygun şekilde tebliğ edilmesi
    ile başlatılmış olur.
  16. Dava dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı, istediği savunma şeklini seçmekte serbesttir.
    Bu noktada davalı; davayı kabul edebileceği gibi, davaya cevap vermeyebilir veya cevap
    dilekçesi vererek davaya karşı koyabilir. Bunlardan başka ayrıca kendisi bir talep ileri sürerek
    aynı davada hüküm altına alınması amacıyla karşı dava açabilir. Önemle vurgulamak gerekir
    ki; davaya cevap vermek ve savunma yapmak, bir hak olup davalı için bir yük ya da yükümlülük
    teşkil etmemektedir. Başka bir anlatımla, davaya cevap vermeyen ve yargılamaya katılmayan
    davalının, buna zorlanması mümkün değildir. HMK ile düzenleme altına hükümler ile davalının
    aleyhine açılan bir davaya karşı savunma hakkını kullanmak zorunda bırakılmadığı ancak
    süresinde cevap vermediği takdirde de, o davadaki hukuki durumunu zorlaştırmış hâle
    getireceği Hukuk Genel Kurulu’nun 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288 E., 2020/143 K. sayılı
    kararı ile de tartışılarak benimsenmiştir. Cevap dilekçesi verilmesi gibi verilmemesi de
    savunma hakkının kapsamına dâhil olan bir husustur. Kanun koyucu, süresinde cevap dilekçesi
    verilmemesine 128. maddeyle bağladığı sonuç dışında, konu hakkında başka bir düzenleme
    yapmamıştır. Ancak cevap dilekçesi verilmemesinin özellikle dilekçeler aşamasına etkisi ve
    davanın inkâr edilmiş sayılması nedeniyle, inkâr kavramının niteliği, inkâr savunmasının
    kapsamı, değiştirilmesi veya genişletilmesi, ayrıca inkâr savunmasında ispat ve delil gösterme
    faaliyetlerinin nasıl gerçekleşeceği gibi konuların açıklanması gerekmektedir.
  17. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini dezavantajlı bir konumda
    bırakmayacak şartlarda, iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip
    olabilmelidir (AİHM, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997). Aynı şekilde, tarafların
    gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı
    kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir (AİHM, Borgers-Belçika, 30 Ekim
    1991). Açıklanan bu ilkelere paralel olarak 6100 sayılı HMK ile yargılamanın makul sürede
    bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli
    bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. HMK’nın 194.
    maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm gereği, taraflar dayandıkları vakıaları, ispata
    elverişli şekilde somutlaştırma yükümlülüğü altındadırlar. Bu madde kapsamında taraflar;
    dayandıkları delilleri ve hangi delilin, hangi vakıanın ispatı için gösterdiklerini açıkça belirtme
    zorunluluğu altında bırakılmışlardır. Buradan hareketle açıkça söylenmelidir ki; 6100 sayılı
    HMK ile benimsenen yargılama usulünde “dayanak vakıa ve o vakıanın ispatı için gösterilecek
    delil” birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçası olarak ele alınmıştır. Delillerin belirli bir zaman
    dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da
    gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme
    imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır (YHGK.
    20.04.2016 tarihli ve 2014/2-695 E., 2016/522 K.).
  18. HMK’nın 194. maddesi ile düzenleme altına alınan “somutlaştırma yükü ve delilerin
    gösterilmesi” zorunluluğu; davacı taraf yönünden “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119.
    maddenin 1-f bendiyle “İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” hususunun
    düzenleme altına alınmasıyla, davalı taraf yönünden ise “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı
  19. maddenin 1-e bendiyle “Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi
    delillerle ispat edileceği” hususunun düzenleme altına alınmasıyla “iddia ve savunmaya yönelik
    dayanılan vakıa ve o vakıanın hangi delille ispatlanacağı” hususları birbiri ile bir bütün olarak
    ele alınmış olup, dayanılan vakıa ve o vakıanın ispat vasıtası delilin aynı anda gösterilmesi
    zorunluluğu tartışmasız olarak açıklanmıştır.
  20. Davaya cevap verme süresi yazılı yargılama usulünde iki haftadır ve bu süre dava
    dilekçesinin davalıya tebliği ile başlar (HMK m.127). Kanun’un 122. maddesinin gerekçesinde
    de belirtildiği üzere “cevap süresi, Kanun tarafından düzenlenmiş kesin bir süre hâline
    getirilmiştir,…” Bu hakkını kullanmayan, yani süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan
    davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılacaktır
    (HMK. m.128).
  21. Uyuşmazlığın çözümü bakımından üzerinde dikkatle durulması gereken husus; cevap
    dilekçesi vermemek suretiyle davayı inkâr etme yolunu seçen davalının, inkârını yani dava
    konusu talebin hangi vakıalar nedeniyle dayanaksız olduğunu mahkemeye bildirmemiş olduğu
    noktasıdır. Burada “inkâr etmiş sayılma” kanundan doğan bir sonuç olarak düzenleme altına
    alınmıştır. Davalı kanuna (129/1-e) aykırı olarak dava konusu talebin hangi vakıalar nedeniyle
    dayanaksız olduğuna dair savunmasını mahkemeye bildirmemiş, özetle herhangi bir vakıaya
    dayanmamıştır. Bunun sonucunda da mahkemece; davalının inkârına yönelik her hangi bir
    vakıa ileri sürülmemesi nedeniyle davacıdan bu inkâra karşı cevaba cevap dilekçesi ile karşı
    koyması düşünülemeyecek ve netice itibariyle o dava yönünden dava dilekçesinin verilmesi ile
    iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı başlamış olacaktır. Zira HMK’nın
  22. maddesinin hükümet gerekçesinden cevap dilekçesinde yer alması gereken hususların
    dava dilekçesine paralel olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmakla, en temel hukuk prensibi olan
    nimet-külfet dengesi korunmaktadır. Şüphesiz ki; cevap dilekçesi vermeyen davalı, davacının
    cevaba cevap hakkını elinden almış olduğu gibi, kendi durumunu da elverişsiz kılmaktadır.
    Çünkü cevap dilekçesi vermemesi inkâr sayılsa bile bunun dayanağı olan vakıanın davaya
    getirilmesi, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı kapsamına gireceğinden, söz
    konusu yasağı aşmanın yolu ancak davacının açık muvafakati ile mümkün olabilecektir. Tekrar
    edilmesinde yarar vardır ki; kanun koyucu, tarafların, kanunda belirtilen süreden sonra delil
    gösteremeyecek olmalarını emredici bir düzenlemeyle (m. 145) benimsedikten sonra, bunun
    istisnasını da “…Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı
    taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa,
    mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde ki düzenlemeyle
    belirlemiştir.
  23. Kanunda aksi düzenlenmediği için HMK’nın 129/1-e maddesiyle düzenleme altına alınan
    hükümde belirtilen “delil” sözcüğünün hem asıl ispat hem de HMK’nın 191. maddesiyle hüküm
    altına alınan karşı ispatı kapsadığını belirtmek gerekir. Usulün emredici hükümleri yorum
    yoluyla daraltılamaz.
  24. Belirtmekte fayda vardır ki; gerek davacı gerekse davalı bakımından “delil gösterme ile
    delil sunma” kavramlarının ayrı olarak ele alındığı Kanun’un “Ön inceleme duruşmasına davet”
    başlıklı 139. maddesinden çok açık şekilde anlaşılmaktadır. İlgili madde;
    “Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen
    incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara
    bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar
    ihtar edilir:
    a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
    b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
    c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi
    durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.
    ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde
    gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden
    getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların
    verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş
    sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Görüldüğü üzere; 119
    ve 129. maddelerle dava ve cevap dilekçelerinde iddia edilen vakıaların hangi delillerle
    ispatlanacağının belirtilmesi zorunluluğundan söz edildikten sonra, 139. maddenin (ç) bendiyle
    gösterilen ancak henüz sunulmamış olan belgelerle ilgili tarafın elinde bulunması hâlinde
    mahkemeye ibrazı, elinde bulunmaması hâlinde ise belgenin getirtilebilmesi amacıyla gereken
    açıklamanın yapılması zorunluluğu öngörülerek delil gösterme ve delil sunma
    yükümlülüklerinin birbirlerinden farklı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır.
  25. Aynı hususun “Ön inceleme duruşması” başlıklı 140. maddenin son fıkrasıyla “(5)
    (Değişik:22/7/2020-7251/14 md.) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen
    dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli
    açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.”
    şeklinde ki düzenlemeyle de üzerinde durulduğu ve uygulanacak yaptırımın açıklandığı
    görülmektedir. Gerek 139. madde, gerekse 140. madde metinlerinde üzerinde asıl dikkat
    edilmesi gereken nokta “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır. 6100
    sayılı HMK’nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak
    dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirtilecekse, bunu
    belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik
    bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu
    eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa,
    artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri
    kabul edilecektir.
  26. Kanunun 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme
    aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle
    özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması
    gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Bu
    sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler 140. maddenin her bir fıkrasında
    ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule ilişkin hususlarda tarafları dinledikten
    sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak, tarafların anlaştıkları ve
    anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin ötesinde,
    tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları
    yönlerin tespit edilmesi niteliğindedir. İkinci fıkra ise sulhe ilişkin özel bir fıkradır. Taraflar
    sulh olurlarsa bu durum, olmazlarsa sulh olmadıkları tutanağa geçirilecektir. Ön inceleme
    duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu
    tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki düzenleme nedeniyle de özel bir öneme
    sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam
    etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir.
    Mahkeme, kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların
    tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde
    neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde
    söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının
    oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.
  27. Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. HMK’nın “İddia ve
    savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi 22.07.2020 tarih ve 7251
    sayılı Kanunun 15 maddesi ile değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve
    ikinci cevap dilekçeleri (m.136) ile serbestçe; ön inceleme aşamasında (m.137) ise ancak karşı
    tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön
    inceleme duruşmasına (m.140) taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun
    muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir (m.139).
    Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut
    değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah (m.176) ve
    karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” değişiklikten sonra ise “- (1)
    (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile
    serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı
    verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve
    savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati
    hükümleri saklıdır.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. HMK’nın 141. maddesine göre;
    tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın
    uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul
    edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile daha
    uyuşmazlığın en başında, karşı tarafın açıklamasını, iddia ve savunmasını tam olarak görmeden,
    sağlıklı ve tam bir iddia ve savunma örgüsü kurmanın mümkün ve gerçekçi olmadığı
    gözetilerek; tarafların dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü
    oluşturmalarını sağlamak olduğu gibi, maddi ve hukuki nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek
    doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve
    ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun
    verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Kanunun 141.
    maddesinin birinci fıkrasında 28.07.2020 tarih, 7251 s. Kanun’un 15. maddesi ile yapılan
    değişiklikten önceki hâlinin hükümet gerekçesinde, ön inceleme duruşmasının yargılama
    bakımından öneminden dolayı, tarafların bu duruşmaya katılımını sağlamak amacıyla “gelen
    tarafın ödüllendirildiği, mazereti olmadığı hâlde gelmeyen tarafın ise cezalandırıldığı” bir yol
    izlenmesinin zorunlu olduğu görüşüyle hareket edilerek, her iki tarafında ön inceleme
    duruşmasına gelmesi hâlinde karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken,
    taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmediği takdirde, gelen taraf karşı tarafın muvafakatine
    gerek olmaksızın iddia ve savunmasını genişletip değiştirebileceği açıklanmıştır. Maddede
    yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık
    muvafakati hariç olmak üzere, iddia ve savunma genişletilemeyecek veya
    değiştirilemeyecektir. Gerekçede değişikliğin amacı “sırf ön inceleme duruşmasına katılım
    sağlanmadığı için aleyhte iddia ve savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya
    değiştirilebilmesinin” silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak açıklanmıştır. Bu ihlalin “davayı
    takip etmediğinde davayı inkâr ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma zorunluluğu
    bulunmayan davalı taraf” yönünden çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilme ihtimali
    üzerinde durulduktan sonra adil yargılanma hakkı ayrıca uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında
    netleşmesini sağlaması sayesinde, ön inceleme duruşma tutanağının “yargılamanın yol haritası”
    olma özelliğini güçlendireceği gerekçelerine de yer verilmiştir.
  28. Görüldüğü üzere, 6100 sayılı HMK’nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmezden
    evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri
    delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının
    hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı; kural olarak delil toplamak değil, delilleri
    incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.
  29. Bu itibarla, yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan hususların özetlenmesi gerekirse; AİHS’nin
    6.maddesinde düzenlenen adil yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için 6100
    sayılı HMK’da düzenlemelere yer verilmiş olup, bu bağlamda delil gösterilmesi dilekçelerin
    teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına hasredilmiştir. Tarafların,
    Kanunda belirtilen bu sürelerden sonra delil gösterebilmeleri ancak iki yasa maddesinde
    belirtilen hâllerle sınırlıdır. Onlar da; iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesini
    düzenleyen 141. madde ile sonradan delil gösterilmesinin hüküm altına alındığı 145. maddedeki
    durumlardır.
  30. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; dava dilekçesinin davalıya 16.10.2012
    tarihinde usule uygun şekilde tebliğ edildiği, davalı tarafından süresi içerisinde cevap
    dilekçesinin sunulmadığı, böylece davalının dava dilekçesinde yer alan tüm iddialarını inkâr
    etmekle birlikte savunmasına yönelik herhangi bir vakıaya dayanmadığı, davalının kanunla
    kesin şekilde belirlenen iki haftalık süreden sonra 05.11.2012 tarihinde, davaya cevap vererek
    aynı dilekçe ile tanık deliline dayandığı, mahkemece yapılan 12.12.2012 tarihili ön inceleme
    duruşmasına her iki taraf vekilinin katıldığı, davacı ve vekilinin süresinden sonra verilen cevap
    dilekçesine muvafakatinin olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda; süresi içerisinde cevap
    dilekçesi vermemekle inkâr savunmasına dayanak vakıa ve delile dayanmayan davalının
    süresinden sonra bildirmiş olduğu tanıklarının karşı ispat hakkı kapsamına taşınarak
    dinlenilmesine de imkân bulunmamaktadır.
  31. Mahkemece ilk kararda tarafların boşanmalarına karar verildiği hâlde, direnme kararı
    gerekçesinde “…davanın reddine, karar vermek gerekmiştir.” denildiği, hüküm kısmında ise
    “davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına” karar verildiği, belirtilen bu hususun ise maddi
    hata olduğu anlaşılmaktadır.
  32. Hâl böyle olunca; süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen davalı
    tarafın yasal süre geçtikten sonra bildirmiş olduğu tanıklarının dinlenmesine yer olmadığına
    ilişkin olarak verilen Yerel Mahkeme direnme kararı yerindedir.
  33. Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda
    inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının
    incelenmesi için dosyanın YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
    Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle Hukuk Genel Kurulu kararının
    mahkemesince taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk
    Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise doğrudan 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan
    1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden
    itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.02.2021 tarihinde oy
    birliği ile karar verildi.