Kadına Karşı Şiddet Ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Bağlamında Kadınlarımıza Bir Işık Olabilmesi̇ Temennisiyle

Bir insan hakkı ihlali olarak kadına karşı şiddet, günümüzde dünyanın her yerinde ve toplumun her kesiminde görülebilen yaygın bir toplumsal hastalık halini almıştır. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre dünyada kadınların %35’i eş/partnerlerinden fiziksel ve/veya cinsel şiddet görmekte, ülkemizde ise her 10 kadından 4’ü hayatları boyunca şiddetin en az bir formuyla karşı karşıya kalmaktadır. Ne yazık ki, COVID 19 küresel salgının başlangıcından bu yana kadına karşı şiddetin, sosyal izolasyonun ve ekonomik buhranın da etkisiyle artmaya başladığı rapor edilmektedir.

Ülkemiz nüfusunun %49,8’ini oluşturan kadınlarımız, uzun yıllardır yalnızca kadın olmaları nedeniyle cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğramakta ve şiddet gören kadın sayısı günden güne artmaktadır. Ayrıca şiddetin yanı sıra kadınlarımız, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle de mücadele etmekte, birey olarak sosyal ve ekonomik hayatta erkeklerle eşit statüde yer alamamaktadır. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 yılı Küresel Cinsiyet Eşitliği Endeksine göre ülkemiz, cinsiyet eşitliği sıralamasında 153 ülke arasında 130. sırada yer almaktadır.

Kadına yönelik şiddet türlerinin, toplumumuzda maalesef kız çocuğunun doğumuyla başladığı gözlenmektedir. Kadınlar toplumda, örneğin kız çocuk dünyaya getirecek diye aile içinde sözlü sataşmaya maruz kalmakta, aşağılanmakta, erkek çocuklar kadar değer görmemekte ve onlarla eşit şekilde eğitim hayatına katılamamaktadır. Aile içinde veya dışında sözel, fiziksel veya cinsel saldırılara maruz kalmakta, isteği dışında evliliğe ya da beraber yaşamaya zorlanmaktadır. Dahası boşanamamakta, namus ve töre cinayetlerine kurban gitmektedir. İş hayatında sömürü ve alayla karşılaşan kadınlarımız, eşit işe eşit ücret alamamakta veya düşük statüde çalıştırılmaktadır. Saplantılı eş/erkek arkadaş ya da tanımadıkları erkekler tarafından her türlü takip ve tacize uğramakta, hayatlarıyla tehdit edilmektedir. Görüyoruz ki, kadına karşı şiddet, sadece fiziksel ve cinsel şiddet olarak değil, daha fazla oranda psikolojik, sözlü, duygusal, ekonomik ve gelişen teknolojinin etkisiyle dijital şiddet (sosyal medya üzerinden taciz, şantaj ve tehdit gibi) olarak ortaya çıkmaktadır.

Kadınlarımızın en sık karşı karşıya kaldıkları şiddet çeşidi ise aile içi şiddet. Bu türde bir şiddet, toplumumuzu derinden yaralayıp zayıflatan, aile birliğini ortadan kaldıran, anne ve çocuk sağlığını bozan travmatik ve derin bir sorundur. Evet, şiddet travmatik bir deneyim ve verdiği zararlar hiçbir zaman yalnızca mağduru etkilemez, toplumun her kesimine sirayet eder. Bu nedenle kadına yönelik şiddet hiçbir gerekçe ile meşrulaştırılmamalı ve görmezden gelinmemelidir. Fakat aile içi şiddet gerek yetkililerin gerekse insanımızın konuya kabullenici yaklaşımı ve mahremiyet algısı nedeniyle yakın bir zamana kadar yeterince görünür olamamış, kadına yönelik şiddet ile çocukları ve diğer aile bireylerini de kapsayan aile içi şiddetin önüne geçilmesinde maalesef geç kalınmıştır. Bununla birlikte, özellikle 20. yüzyılın sonlarında, kadına yönelik şiddetle birlikte aile içi şiddetin önlenmesine ve bu konuda cezalandırma mekanizmalarının geliştirilmesine ilişkin yaklaşımlar benimsenmiş ve çeşitli ulusal ve uluslararası düzenlemeler yapılmıştır.

Ülkemizde de bu kapsamda, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve diğer yasal mevzuata ek olarak, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla 08 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir. Ayrıca “Kadınların Uluslararası Haklar Bildirgesi” olarak da tanımlanan BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşmeye (CEDAW) de ülkemiz taraftır.

Biliyoruz ki, kadına yönelik şiddete son vermenin uzun vadede en etkili çözümü, kadınlarımızda haklarını bilme ve haklarını arama bilincini yaygınlaştırmaktır. O halde, şiddete uğrayan veya şiddet uygulanma tehlikesi altında bulunan bir kadın ne yapmalıdır?

Şiddet gören bir kadın, en yakın Polis, Jandarma veya Sahil Güvenlik Karakolu’na ulaşmalı, evden çıkamıyor ise telefon etmeli, durumunu açıkça anlatmalı ve yardım talep etmelidir. Mağdur, 155 Polis, 156 Jandarma, 183 Sosyal Destek Hattı (7/24 S ücretsiz hizmet verir), 112 Acil Çağrı Merkezi, Gelincik Hattı 444 43 06 ve Şiddet İhbar Mobil Uygulaması olan Kadın Destek Sistemi (KADES) uygulaması telefona yükleyerek yetkili birimlerle iletişime geçmelidir. Mağdur aynı şekilde bulunduğu yerin Cumhuriyet Başsavcılığına ya da Aile Mahkemesine bir dilekçe ile başvurarak suç duyurusunda bulunabilir. Dilekçenin tarih ve numarası veya bir kopyası mutlaka saklanmalıdır. Fiziksel şiddet bulguları varsa sağlık raporu almak için savcılıktan adli tabipliğe sevkini de talep etmelidir. Yine şiddet mağduru, bulunulan yer Aile Mahkemesi Hâkimliğine, Aile Mahkemesi Hâkimliği yoksa Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimliğine bir dilekçe ile başvurarak 6284 sayılı Kanun’dan yararlanmak ve tedbir kararı alınması için talepte bulunabilir. Aile Mahkemesine aile içi şiddet sebebiyle yapılacak bir başvuru neticesinde hâkim çeşitli tedbirlerin uygulanmasına karar verecektir. Bu tedbirlerin en başında müşterek evden uzaklaştırma ve eve belirli bir mesafeye kadar yaklaşmama gelmektedir. Aile içi şiddeti uygulayan kişi bu tedbire uymadığı takdirde tazyik hapsi ile karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca aile içi şiddeti uygulayan kişiye nafaka ödeme yükümlülüğü de verilebilmektedir. Bu aşamalarda bir avukata ihtiyaç duyulmasıyla birlikte avukatlık ücretini karşılama olanağı bulunmaması halinde, Barodan ücretsiz hukuki yardım talep edilebilecektir. Bu haktan yararlanmak istiyorsa mağdur, başvurduğu kurum ya da kuruluşta görevli memura avukat istediğini söylemeli ya da yaşadığı yer Barosunun Adli Yardım Kurullarına başvurmalıdır. (Başvuruda kimlik, ikametgâh belgesi ve muhtardan fakirlik belgesi istenir.)

Şiddet mağduru en yakın sağlık kuruluşuna da başvurabilir ve şiddeti belgeleyen bir raporla en yakın polis ya da jandarma birimine şikâyette bulunabilir. Sadece şiddete uğrayan mağdurlar değil, aynı evde oturan kişiler, kardeş, çocuk, akraba ya da şiddete tanık olan komşu, öğretmen, doktor vb kimseler de konuya ilişkin ihbar ya da şikâyette bulunabilir. 6284 Sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda harç ve masraf alınmamaktadır. Ayrıca şiddet mağduruna psikolojik, fiziksel ya da cinsel şiddet uygulanması Türk Ceza Kanunumuza göre de suçtur. Bu şiddet türlerinden herhangi birine maruz kalındığında, hem 6284 Sayılı Kanun kapsamında tedbir kararı talep edilebilecek, hem de Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre şikayetçi olunabilecek ve şiddet uygulayanın cezalandırılması istenebilecektir. Tüm bu kurumların yanında, Valilik veya Kaymakamlığa, Kadın Kuruluşlarına, Belediyelerin Kadın Danışma Merkezlerine, Sosyal Hizmetler İl ya da İlçe Müdürlüklerine, Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezlerine, Baroların Kadın Hakları Merkezine başvuruda bulunabileceklerdir.

Görüldüğü üzere, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve tamamen ortadan kaldırılması yönünde ulusal ve uluslararası anlamda pek çok adım atılmaktadır. Ancak kadına yönelik şiddetin önlemesi ve ortadan kaldırılabilmesi için atılması gereken hala çok fazla adım bulunmaktadır. Ülkemiz özelinde, kadına yönelik şiddet konusunda gerek toplumdaki önyargıları gerek yasa uygulayıcılarda ve özellikle şiddet mağduru kadınların kendilerinde var olan önkabulleri değiştirmek gerekmektedir. Kadınlarımızın hayatın her alanında geri planda bırakıldığı ve belki de geri planda bırakılmayı zamanla benimsemek zorunda kaldıkları erkek egemen bir toplumda, yasal tüm düzenlemelerin bir yanı eksik kalacaktır.

Biliyoruz ki kadına yönelik şiddet ve aile içi kadına yönelik şiddet olguları esasında bir zihniyet problemidir. Kadını dışlayıcı, hor görücü erkek egemen zihniyet değiştirilmedikçe, kadınlar ve erkekler kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet rollerinden ayrı, eşit haklara sahip insanlar olarak kabul edilmedikçe, kadına yönelik şiddetin engellenmesi ve ortadan kaldırılması mümkün olamaz. Devletin çok yönlü ve bütüncül politikalar geliştirmesi ve bunları etkin uygulamasına ek olarak, sivil toplum kuruluşlarının da katkısıyla toplumumuzun bu mücadeleye etkin ve kararlı bir şekilde katılması sorunu uzun vadede çözmekte etkin olacaktır.

                                                                                                        AKADEMİ HUKUK BÜROSU